Olaylar İkiye Ayrılır

Reha Erdem'in çok eğlenceli bir film olan Korkuyorum Anne'de geçiyordu bu replik sık sık. Her şey ikiye ayrılıyordu duruma göre, zamana göre, bilen bilir. Bilmeyen de otursun izlesin, hoşca vakit geçirsin.

Benim için de şu ara olaylar ikiye ayrılıyor; keyif verenler ve vermeyenler diye. Bir süre "yeni doğan nasıl uyutulur?" diye internette aranırken, artık "iki çocuklu hayat nasıl kolaylaşır?" diye aranıyorum. Asıl derdimin kızın uykusuzluğu değil, bu koltuk altlarıma bir türlü sığdıramadığım karpuzlar olduğuna karar verdim.

Kırk kontrolümde kadın doğumcum laf arasında sıkıntılarımı duyunca yapıştırdı "çok normal, lohusa depresyonu bunlar, herkese oluyor" diye. Sonra devam etti bilgece, "bazısı iki haftada geçiriyor, bazısı altı ayda" dedi. Ben kırk gün sonra şıp diye düzeleceğim sanmıştım, çünkü oğlanda öyle olmuştu. Ama kız, ah bu kız (büyüyünce kızacak kesin bana, ama şimdilik ah bu kız) ya da oğlan üzeri kız, beni resmen tuş etti. Yine de hep diyorum, Allah dağına göre kar veriyor sözünü çok seviyorum. Yani benim yüküm bana ağır geliyor, ama eminim çok daha zorlarıyla uğraşan anneler ya da ne bileyim çok daha büyük dertleri olan onlarca insan var.

Neyse, şikayet etmeye gelmedim aslında. Olaylar ikiye ayrılıyor, keyif verenler ve vermeyenler. Dün akşam uyutamadık kızı, oğlan da kolay değildi, baba da salonda uzun bir öğle uykusuna yatınca, o uyanır uyanmaz uyumayan kızı kucağına atıp evden çıktım. Çünkü çıkmalıydım, bir yerlerden enerji, keyif, tat almalıydım her nerde varsa. Kendimce biliyordum reçetemi, koşup ona sarıldım. Bir saati dışarıda, kendi başıma geçirdim. Kafamda onlarca düşünce vardı tabi, rahatlıyıp geldim desem yalan olur, ama gitmekten başka çarem olmadığını seziyordum.

Zor bir gece oldu zor günün üzerine. Sonra bugün, uykusuzluk yüzünden tatsız olacağımı düşünürken, sanki her şey güzel gitti, ya da bana öyle geldi. En güzeli mi neydi, oğlanla yürüyüşe çıktık civarda, o kadar keyifli yürüdük ki bir saat kadar, durup durup sarıldı bana, seni çok seviyorum dedi. Poşetlerimizi bırakıp yol ortasında el ele dans ettik "lalalalaalaaa" şarkısıyla. Çocuk olmanın en güzel haliyle. Benim siyah oğlanın cart mavi montuyla. Her şey olması gerektiği gibi yani. Benim yaklaşık kırk, onun yaklaşık üç yaş haliyle....

Keyif, nasıl diyeyim sarmaşık gibi sardı aniden tüm gövdemi gibi geldi bugün. Kesin hormonal,ama evleri değil ağaçları gördüm misal yürürken, soğuğu değil yüzüme değen havayı duydum. Ay kız uyanır mı evde demedim, ne güzel oğlanla dışardayız şu an beraber dedim. Tek tek taşlara dokundu, allah hasta zaten elleri kirlendi demedim, sayıları saydı tek tek her taşta, bir iki üç altı diye. Ne güzel dedim.

Kızla mesafeliyiz evet biraz, çünkü kendimi memeden ibaret sanıyorum. O da bazen memnun ediyor bazen etmiyor ablayı. Hele dün akşam, emzik verdim, kendimce onca okuduğuma, onca bildiğime rağmen emzik verdim. Oğluma vermemiş idim, daha doğrusu o istememişti ama bu kız kaptı verir vermez. Demek meme de yalandı dedim, alacağın olsun dedim. O sütleri de emdikçe geliyor diye mi içtin yoksa, dedim. Dedim de dedim. Biliyorum hepsi o depresyondan.

Ama o beş dakikalık "lalalala" dansımız var ya dansımız, o beni gençleştirdi bugün. Yani oğlan da bir canavar artık evde, kardeşi çok seviyor görünse de, bizim oğlumuza benzemiyor artık kendisi, onu biliyoruz. Ama o beş dakika, beni tazeledi. Dün bir saatin edemediğini bugün o beş dakika etti. Mücadele etmek yerine yaşadım gibi geldi olanı olduğu anda ve yerde. Çok sevdiğim bir kitap adı gibi, Hayatla Mücadeleden Yaşama Geçiş gibi.

Belki de olaylar ikiye ayrılır, güzel hissettirenler, güzel hissettireceğini hemen belli etmeyenler...



Yorumlar