Yapabilirim Sanmıştım (Şubat '18-Blogcu Anne)

Aslında yelkenleri indirmek için henüz erken, ama belimin, elimin kolumun biraz büküldüğünü kabul ve itiraf etmeliyim. Yani bunu ederken kocama duyurmamalıyım aslında, çok söylenmişti öncesinde, “Bir ne güzel işte, ikiye ne gerek var, bak hayatımız kararacak” minvalinde birçok denemesi olmuştu. Hatta bazen hayati tehlikeden bahsedip bel altı da vurdu sağolsun.


Şimdi üç buçuk yaşındaki oğlumuz 960 gr olarak yirmisekiz haftalık doğup, yaklaşık iki ay yoğun bakımda kalmıştı. Benim doğum çantam ve onun içinde olması gereken altın değerindeki göğüs pedlerimle emzirme sütyenim hastanede yanımda değildi yani. Daha doğrusu varlık ve anlamlarından bile tam olarak haberdar değildim henüz. Her erken doğum yaşayan annenin bileceği gibi, iki günde bir beyin tomografisi, göz taraması, kalp takibi, günde yarım saat bir pencere ardından bebeğinizin o günkü yatış pozisyonuna göre sırtını veyahut kablolar geçen göğsünü yüzünü izlemek milyon duyguya sürüklüyordu insanı. Ama her şeye rağmen bir kardeşi, sırdaşı, oyunbazı, dayanağı olmasını çok istiyordum. Onu kardeşsiz bırakmak, ona haksızlık gibi geliyordu hatta.
Sonra bir kardeşi oldu, şimdi dört buçuk aylık. Her şey çok güzel olacak sanmıştım, olmadı. Deneyimli anne olsam da, her şeyin normal seyrinde zamanında olmasına yabancıydım bir kere. Sonra annelik sendromlarım aynen yeniden yaşandı benim cephemde. Yine haftalarca “Neden yaptım ben bunu neden neden?” dedim durdum. Bebecik uyumadıkça, onun üzerine abisi herhangi bir şey için tutturdukça içim kederle doldu resmen. Ne tuhaf, çocuk sevgisi bana sonradan gelen bir şey. Belki başta gülümsemedikleri için, bir gülümseye bunca muhtaç olabilir miyim, vermem için almam mı gerekiyor acaba önce? Bu mu bencillik yoksa bunun adı bir nevi acizlik mi?
“Bir az, iki çok”u çok duymuştum, ama gülüp geçmiştim. Kalabalık olmaktan güzel ne olabilirdi, önce birini sonra diğerini öpmekten, gıdıklamaktan daha eğlenceli ne olabilirdi? Öyle bir şey olabilir miydi?
Sonra iki çocuğun da gece aynı saatlerde uyumaya çalışırken, aynı anda bana ihtiyaç duyduğunu acıyla öğrendim. Emzirirken masal anlatmayı denesem de kimseyi memnun edemediğimi gördüm, belim de koptu zaten, vazgeçtim.
Sonra büyüğün benle her zamankinden daha çok oyun oynamak istediğini, küçüğün ise sadece göğsümde ve kokumla sakinlediği bir dönemi olduğunu yeniden öğrendim. Kanguruda bebekle lego yapılamadığını deneyimledim. Oğlan küçükken onu Hindistan’dan aldığım müzik CD’leriyle nasıl uyutttuğumu, sarıp sarmaladığımı, dakikalarca ona sarılı ne güzel durduğumu çok uzak anı parçaları gibi hatırladım. İkinciye karşı içimde önüne geçilemeyen bir mahcubiyet birikmeye başladı.
Sonra evde olduğum ve hatta bir bakıcım olduğu halde hiçbir şeye yetişemediğimi gördüm: Telefonlara, mesajlara, izlemek istediğim filmlere, dinlemek istediğim müziklere, okumak istediğim kitaplara. Sonra kayboldum sanki, kelimenin saf ve temiz anlamıyla kayboldum. Geceleri yatağıma, “Bugün çocukların için n’aptın söyle?” diyerek yatmaya başladım, başımı yastığa “Bir an önce uyuyayım ki gece süt vermeye dinç kalkayım, sonra da sabah altı buçuk gibi oyun oynamaya neşeli kalkayım” diyerek koymaya başladım.
Bir gece oğlum yatağında uyumazken ve sanırım üçüncü masalı isterken “Yorgunum, anlamıyor musun?!”diye bağırdım ona, o da bana “Anlamıyorum, masal anlat!” diye bağırdı aynı sesle. Çocukların diğer insanların duygularını altı yaşından sonra anladıklarını yeni öğrendim. Oğlana yüklenmeyi kestim, ama kendime yüklenmeyi kesmedim. Orada pek iyi yapmadım.
Çok ama çok güzel gülümsüyorlar kabul, ve sarılmak ve koklamak, haz verici her şeyden çok daha güzel geliyor o an, çok daha kolay, hemen elinizin altında ve çok coşkulu.
Ama yatağa artık “Bugün çocuklarım için n’aptım?” diyerek yatmak istemiyorum. Kendimi on bin parçaya bölüp verebilirim her birine seve seve. Ama bunun için bana birazcık ben kalması lazım. Sadece bana ait yerlerim, zamanlarım, keyiflerim yeniden olmalı. Benim durumumda bu bazen günde bir saat bisiklete binmek, hatta şanslıysam sahile inebilmek bisikletle, iyotu ve rüzgarı yüzümde hissedebilmek. Aynı bugünkü gibi.
“Sen iyi değilsin, seni ne iyi edebilir şu an biliyorsun, git ve onu yap gel” dedim kendime. “Bu zamanı iste herkesten şu an, kızını öp, oğluna durumu açıkla, bakıcıya haber ver ve git, git ki dönebil biraz da olsa tazelenerek, birilerinin ‘Vauv ne şanslısın bak gezip tozabiliyorsun’ demesine, bu deyişteki yer yer kinayeye aldırış etmeden, bu kurtarılmış anlara ne kadar ihtiyacın olduğunu damarlarında hissederek git” dedim.
İyot yüzüme çarparken aynı şeyi söyledi içim, “Bu bir saati herkesten isteyebilirsin” dedi. “Bir saatte dünya yanmaz, batmaz ama sen tazelenirsin, gençleşirsin, güzelleşirsin, daha coşkuyla öpmesini sarmasını hatırlarsın birilerini” dedi.
Bazen, dönebilmek için gidebilmek gerekiyor, gitmek her ne demekse sizin için, onu bulup, ona ulaşmak gerekiyor, yoksa korkarım ki hayat bizi alt ediyor. O çok güçlü, akıp giden su kadar güçlü. Benim küçük dünyamda iki çocuğumla sağlıklı bir hayat yaşayabilmem için, arada bir alıp başımı kendime gidebilmem gerekiyor. Bunun için konuya bir şekilde müdahil herkesten anlayış ve saygı rica ediyorum.
O sahilin ve bisikletin de bu kadına ihtiyacı var, bunu herkes böyle bilsin istiyorum.

http://blogcuanne.com/2018/02/21/yapabilirim-sanmistim/


Yorumlar